Yaz…
Güneş, ufukta turuncudan pembeye dönerken, deniz dalgasız bir ayna gibi gökyüzünü yansıtıyordu. Ayaklarım ılık kumlara gömülmüş, elimde tuzdan yapış yapış olmuş bir kitap, gözlerim ise farkında olmadan ona takılmıştı.
Adını bilmiyordum. Belki de bilmek istemiyordum. Her gün aynı saatte, aynı iskelede beliren, eski püskü mavi havlusunu omzuna atıp denize dalan biriydi sadece. Güneşin altında sararan saçları, suyun içinde kaybolup çıktığında gözlerini daha da parlatıyordu. O yazın başlangıcında, göz göze geldiğimizde bir anlığına zamanın durduğunu hissettim. O an, her şeyin değişeceğini anlamıştım.
Beni fark ettiğinde gülümsedi. Sanki yıllardır beklenen biriymişim gibi, sanki bu an olması gerektiği gibiymiş gibi… O gülümsemede, denizin soğuk sularına atlamadan önce duyduğun o tatlı heyecan vardı.
İlk kelimelerimizi ne zaman söyledik, hatırlamıyorum. Ama bir sabah, omzuma hafifçe dokunarak, “Hadi, deniz sabah daha güzel,” dediğini çok iyi hatırlıyorum. O zamana kadar sahilden izlediğim deniz, onun yanında bambaşka bir şeye dönüştü. Yüzmek, sadece yüzmek olmaktan çıktı; kahkahalar arasında dalgalara meydan okumak, omuz omuza suyun üstünde durup sessizliği dinlemek, birlikte denizin tuzunu tenimizde hissetmekti artık.
Günler ilerledikçe, güneşin batışını birlikte izlemeye başladık. Kumlara uzanıp bulutlara şekiller verdik, çocukken sevdiğimiz kitapları anlattık, rüzgârın getirdiği yosun kokusuna karışan anılarımızı paylaştık. Yazın sıcak gecelerinde, sahile vuran dalgaların sesiyle yürüdük. Her şey, olması gerektiği gibi yaşandı. Plansız, hesapsız, sadece anın içinde…
Ama her yazın bir sonu vardı. Bunu ikimiz de biliyorduk. O son akşam, kelimeler gereksizdi. İskelede yan yana oturduk, ayaklarımızı suya sallandırıp dalgalara baktık. “Bazı insanlar bazı mevsimlerde var olur,” dedi usulca. Elini tuttum. O an, sonsuza kadar sürebilirdi. Ama süremeyeceğini ikimiz de biliyorduk.
Ve ertesi sabah, arkamı dönüp son bir kez baktığımda, iskelede artık kimse yoktu.
Yaz bitti. Ama bazı aşklar, mevsimlerin ötesinde kalır.